Elif’in Pozitif Doğum Hikayesi

Hamile olduğumu öğrendiğim ilk anda sevinç tepkileri veremeyecek kadar halsiz ve ağrılıydım. Çünkü hamileliğimi bir zehirlenme sonrası hastaneye serum almak üzere gittiğimde öğrendim. İdrak etme ve kendime geliş sürecimde ise sanki bir  balonun içindeymiş gibi hissetmeye başladım. Çok garip, tarifsiz ve mucizevi bir deneyimi yaşarken günlük hayatın rutinliğine devam etmek tüm duyguları dengeliyor, birçok zaman da hamile olduğumu unutuyordum. Her şey olması gibi devam ediyordu. Hamile olduğumu hatırladığımda nasıl bir hayatım olacağına dair mantığımla planlar yaparken, duygularımla da hayal kuruyordum.

İlk dört ay oldukça zorlu ve halsiz geçmişti bile… Ama ardındaki ayların nasıl geçtiğini gerçekten net hatırlayamıyorum. Bel ağrısı, sırt sızısı, uykudaki uyuşukluklar derken bir şekilde zaman akıyordu. Hamilelik öncesinden çok yakın iki dostumun doğum süreçlerinden tanıdığım, doğal doğum konusundaki görüş ve yönlendirmelerine hayran olduğum Gülnihal Bülbül, başından beri doktorumdu. Maalesef yoğunluğu sebebiyle Avrupa yakasında doğumlara gelememesi vedalaşmamıza sebep oldu. Şimdi yeni bir doktor bulmalıydım ve doğal doğumu destekliyor olmalıydı. Yine hamileliğimin başından beri aklımda olmasına rağmen aramayı hep geciktirdiğim Ebe Arzu Çulha ile haberleştik ve anlaştık. Bu sırada doktor önerisi istediğim farklı yerlerden Irmak Saraç adı duyuyordum. Tabii ki Irmak Hanım’dan ilk randevuyu aldım ve gittim, 7. ayımdaydım.

Irmak Hanım ve Arzu ile haberleşerek geçirdiğim iki ay sonrasında 36. haftamda işten ayrıldım. Doktorum ve ebem yaklaşık (+ – 2) 40. hafta içinde doğumun başlayabileceğini söylemişlerdi. Bebeğim de hızla gelişmeye devam ediyordu.

­İzne çıktığım ilk iki hafta, yaşadığım evi bebeğim için hazırlamakla ve onun olası ihtiyaçlarını karşılamakla geçti. 38. hafta itibarıyla her şeyim, en çok da ruhum hazırdı. Ama doğuma dair hiçbir hareket yoktu. Artık her hafta Irmak Hanım’a kontrole gidiyordum. Bu noktada bekleyiş zorlaşmaya başladı. Hem bebeğim kilo alıyor, 4 kilolara geliyordu hem de geceleri hiç uyuyamıyordum. Aldığım 16 kilo, gece hangi yanıma yatsam beni uyuşturuyor, hareket ettirmiyordu. Genelde gecelerimi televizyon karşısında elma, çilek, armut ya da küçük salatalıklardan tüketerek geçiriyordum. Her birinden kaçar kilo tükettim bilinmez. Şimdi hepsi bir araya gelip karşıma geçseler eminim çok şaşırırım!

Olanca hızıyla hamileliğimi ve karnımın büyüklüğünü 39. haftaya taşıyan zaman, 39. haftadan sonra akmamaya ant içmiş gibi yavaşladı. 40. hafta her an hastaneye gidebilirmişiz gibi, Arzu’yu arayıp “başladı” dedikten sonra yapacaklarımı planlayarak geçiyordu. Her gün uyanıyor ve “O gün kesin bugün” diyerek güne başlıyordum. Normal doğum yapacağıma inancım sonsuzdu. Bu deneyimi yaşamak için deliriyordum. Vücudum bana inanılmaz bir deneyim yaşatacak ve sonra ben bu mucize sayesinde güçlenecektim. Kendime daha fazla güvenim gelecekti, bütün doğum deneyimlerinde okuduğum gibi doğumdan hemen sonra inanılmaz bir enerji gelecekti ve bebeğime bakmak için sabırsızlanacaktım. Oysa sezaryen öyle miydi? Bir kere ameliyattı. Ameliyathanenin keskin ışıkları altında bebeğimle karşılaşmak istemiyordum. Ben doğum çantama buhurdanlıklarımı, lavanta yağlarımı, mumlarımı koymuştum bile. Meditasyon müziklerimden playlistlerim de hazırlanmıştı. Dalgalar geldiğinde tekrarlayacağım kendi uydurduğum mantralarım, nefes alışlarım, her şey kafamda defalarca yaşanmıştı. Tasarladığımın tam tersi olan sezaryen ile bebeğim gelirse hiçbiri olmayacaktı sanki. Bir kere kendimi o kadar başarısız hissedecektim ki… Muhtemelen sonrasında da toparlayamazdım.

  1. hafta kontrolümde Irmak Hanım, bebeğim Tuna’nın kilosunun 4.400 gram olduğunu ve başının aşağı doğru hiç hareket etmediğini söyledi. 42. hafta sonrasında da beklemek büyük bir risk almaktı. Irmak Hanım en yumuşak haliyle ve rahatlatıcı açıklamalarıyla en azından “sezaryen tarihini belirleyip ameliyathaneyi ayarlayalım. Bir şeyleri netleştirmek seni de rahatlatır ve belki normal doğum sürecin de başlar” dedi. 41+5’e denk gelen Pazartesi gününün tarihini verdim. O an her ne kadar kuyruğu dik tutup, “Oğlum Tuna nasıl gelmek istiyorsa ben hazırım” desem de “Lütfen sezaryan yapmayalım” diye Irmak Hanım’ın ayaklarına kapanıp ağlayabilirdim. Neticede kontrol ardından yalnız kaldığım NST odasında akmaya başlayan gözyaşım, poliklinikten çıkıp yürüdüğüm yol boyunca da şiddetlenerek devam etti. Büyük başarısızlığım başlıyordu. “Zaten neyi layıkıyla yapmıştım ki hayatta doğum istediğim gibi olsundu” ile başlayan kendimi suçlama düşünceleri katmerlenerek üstüme geliyordu. Daha önce katıldığım kişisel gelişim kurslarındaki arkadaşlarıma yazdım. Nasıl kendime gelebilir, nasıl iyi hissedebilirdim. Aradığım tek cevap buydu: “Nasıl iyi hissedeceğim?” Cevap çok kısa zamanda geldi…

Düşünüp, yazışıp, telefonda konuşarak Harbiye’deki poliklinikten Nişantaşı’na kadar yürümüştüm. Kafam dağılsın diye bir dükkana girdim. Dükkanın çıkışında iki minik basamak vardı, o gün çiseleyen yağmurda ıslanmıştı. Çok dikkatli basmama, ayağımda oldukça korunaklı botlar olmasına rağmen kaydım ve sırtımı belimi vurarak yere yapıştım. O an aklımdaki tek şey karnımdaki Tuna’ma zarar gelmiş olma ihtimaliydi. Ne kadar kötü düştüysem gözümü açtığımda etrafımda en az 20 kişi vardı. Biri su uzatıyor, biri ambulansı arıyor, biri kaç aylık hamile olduğumu soruyor, diğeri beni kaldırmaya çalışıyordu. Zaman dursun herkes sussun istedim. Derin nefesler aldım. Bir süre yerde oturduktan sonra yavaşça kalktım. Benim bedenim umurumda değildi, ellerim karnımda Tuna’ya hareket etmesi için yalvarıyordum ki hareket ediyordu. Beni kaldırdılar, içeride bir ofise oturtup dinlendirdiler. İnsanlar bana soru soruyor yardım etmeye çalışıyordu. O an sadece evrenden gelen cevabı yorumlamaya çalıştım. Bir yerim kırılabilir, bebeğime bir şey olabilirdi. İçinde debelendiğim çaresizliğe cevap gibiydi… Normal doğumda diretmek, diğer alternatifi yargılamak benim haddim değildi. Her şey olması gerektiği gibi olacaktı ve Tuna daha gelmeden annesine dersler vermeye başlamıştı. İçimde “Olanı kabul et” diye bağırıyordu. “Daha kötü şeyler olabilir, sezaryen kötü değil, sadece bir yol, bunu kabul etmelisin” diyordu. O günü salak gibi tamamladım, kuyruk sokumum ağrıyordu. Tüm bunları çarşamba günü yaşadım. Cumartesi tekrar NST’ye bağlanmak üzere polikliniğe gidecek, Pazartesi de sabahtan doğum için hastanede olacaktım. Her şey yolunda gitti ve 15 Nisan Pazartesi sabahı geldi.

O güne ve doğum saatine kadar normal doğumun başlamasını beklemedim desem kesinlikle yalan olur, hatta arada dualar da ettim. “Haydi şimdi olsa” diyerek saatleri geçirdim ama olmadı. Kısmetti. Benden önce hastaneye varan ve beni her zamanki bakımlı ve parlak hali ve mis gibi kokusuyla kapıda bekleyen ablamı da yanımıza alarak eşim Mehmet ve ben odamıza geçtik. Eşyalarımı yerleştirdik. Sonra ameliyat hazırlıkları başladı. Yarım saat NST’ye bağlı kaldıktan sonra hastanedeki hemşire “Sizin düzenli dalgalarınız var 5 dakikada bir, farkında değil misiniz?” diye sordu nst sonuçlarına bakarken. Farkında değildim, canım acımıyordu. Sonra açılma var mı diye bakıldı, 2 cm açılma da vardı. Allahım her şey değişebilir, normal doğum sürecine geçiş yapabilirdik. Gerçi öyle de nasıl olacaktı, ailelerimiz, tanıdıklarımız hastaneye geliyordu, bu durumda normal doğuma geçiş yapsak kaç saat süreceği belli olmayacak, insanları bekletecek miydim? Yine kendimden çok başkalarını düşünüyor ama talihim normal doğuma şans verdiği için seviniyordum. Nasıl organize olacaktık derken doktorumdan normal sürece olumlu bakmadığı haberi geldi. Sezaryenle devam etmemiz gerektiğini iletmişti ve biraz sonra da kendisi geldi, hemen ardından da Arzu yetişti. Tuna’nın kafası hiç aşağıya inmediğinden ve biraz iri olduğundan doğal doğum beklemek risk olacaktı. Ameliyathaneye uğurlanırken bana el sallayan ailemi, gırtlağımda düğümlenen tüm duygularımı, akmasın diye sıktığım gözyaşımı hatırlıyorum.

Ve ameliyathanede epidural için açıklama yapan anestezi doktoru konuşurken bir elimin Arzu’nun sıcacık iki avucu arasında nasıl güvenle durduğunu… O sırada ameliyathaneye giren bir çift koca gülüşlü Irmak Hanım’ın mavi gözlerini… Ve ardından da heybetli eşim Mehmet’in ameliyat önlüklerine dahil maskeler arasından görünen kızarmış ağlamaklı gözlerini… Uyuşan bacaklarımı hareket ettirmeye çalışırken felç olmakla ilgili yazdığım senaryolar içinde kaybolacakken kesilen alanlar bir şeylerin alındığını, sarsılmaları, bir o yana bir bu yana gidiş gelişlerini acısız hissediyordum. Bağlanan kollarımdan biri hala Arzu’nun güvenli himayesindeydi. Arada şarkı söylediğimi hatırlıyorum. Hamileyken sürekli söylediğim “Tuna, Tuna, Tuna… haydi katıl aramızaaa…” uydurma şarkısını… Önümdeki çekilmiş mavi perdenin ardında kan revan içinde kesiklerim vardı ve oradan yeni bir hayat doğacaktı. Yaşadığım şey inanılmazdı, sadece mavi bir perde… Derken Irmak Hanım, “Elif, Tuna çok iri, normal zaten olamazmış!” dedi. Perdenin arkasında herkes Tuna’yı şaşkınlıkla karşılamış, önce Irmak Hanım sonra da Arzu onu sevgi dolu kucaklarında ilk nefeslerini alıyordu. Tuna’yı hemen göğsüme istiyordum, hemen emzirmeyi denemeliydik. Tuna geldi, biraz ağlaş biraz koklaştan sonra Arzu onu memeye yöneltti ve emmeye başladı. Tuna kucağımdayken üşüme hissi geldi. Dikişlerim tamamlanıncaya kadar Tuna kucağımda kaldı ve sonra bebeğim kucağımda dinlenme odasına geçtik. Orada da Tuna emmiyor, ben ağlıyorum ve Arzu ise bize sonsuz destek olmaya devam ediyordu. Sonra Mehmet girdi içeriye, o da ağlıyordu. Odamıza yatak ile çıkarken Tuna beni emmeye devam ediyordu. Beni bekleyen ailem ve arkadaşlarım Tuna’yı bakım odasında görmeyi umarken tam da koynumda karşılamışlardı, gözlerinde sevinç göz yaşları… O an sadece şükrediyordum. Herkesin varlığına, Tuna’nın sağlığına, içimde üreyen süte ama en çok doğumdan önce doktor ve ebe konusunda verdiğim karara. Sanırım hayatımda ilk kez bir kararımdan şüphe etmeden hep şükredecektim. Arzu ve Irmak Hanım’ın yolumda benimle birlikte olmasına… Çünkü 9 ay boyunca umarım olmaz diye dua ettiğim sezaryen sürecini bana kimse bu kadar şükür dolu yaşatamazdı…

Normal hayatında endişeyle kaplı bir insanken ameliyathanede yapılan tüm süreçlere inanılmaz bir teslimiyet duygusuyla kendimi bırakışım, oğlumun çok sağlıklı doğması, ertesi gün epidural iğnesi çıkarıldığında başlayan ağrılarıma rağmen odağımda hep Tuna’nın olması ve yatmayı reddedişim, Tuna’nın her emme anındaki tutkusunun hayatımın her alanına yayılması için ettiğim dualar… Kendimi her ne kadar normal doğuma şartlamış olsam da dönüp baktığımda her şey olması gerektiği gibi oldu.

Bugün üzerinden tam 40 gün geçen bu doğum hikayesi için şükrediyorum. Her şükür sonuna  da Arzu ve Irmak Hanım’ın da tüm dilekleri gerçekleşsin diye bir niyet ekliyorum. Mucizevi işlerinin sonunda hayatın onlara her istediklerini getireceğine emin olarak…

Leave a Reply

Your email address will not be published.